Yeniden ortaya çıktığında olması gerekenden daha büyük bir gürültü kopararak yere yığıldı. Cisimlenmenin bu kadar zor olduğunu unutmuştu. Başını yere çarpmaktan son anda kendini koruyabilmiş olsa da şu an içinde olduğu durumda bunun pek de bir şey fark edip etmeyeceği konusunda emin değildi. Nitekim ayakta durmak şöyle dursun, ne dizleri üzerinde durabiliyor ne de iki elini de kullanabiliyordu. Boğazı halen ciğerlerindeki demir tadını sökmek için boğulurcasına öksürürken tek yapabildiği başını tek dirseğinin yardımıyla yüksekte tutmaktı; ki bu bile fazlasıyla enerjisini yok ediyordu. Sırtını kamburlaştırarak alnını yere dayadı ve öksürmeye devam etti birkaç dakika boyunca, neredeyse kusacak gibi hissediyordu kendini nitekim bu da çok mümkündü, asıl soru midesinden çıkacak olan şeyin ne olduğuydu. Zira uzun zamandır bu vücuda herhangi bir yiyecek veya içecek girdiğini hatırlamıyordu. Yattığı yerde bile başı öylesine dönüyordu ki sanki birisi sürekli olarak üzerinde durduğu düzlemi döndürüyormuş gibiydi.
Sonunda gözlerinden yaşlar, dudaklarından da birkaç damla daha kan süzülerek başını kaldırarak nerede olduğuna bakmaya çabaladı. Çabaladı; çünkü yere yığılmak üzere sürekli dönen başı, güçlükle açtığı gözleri ve sürekli olarak dalgalanarak kararan görüntü içinde algılaması çok zordu. Ancak başına yağmurlar yağmıyordu artık, yağmurun sesi bir hayli uzaklardan, dev bir saatin yankılanan tiktakları ardında güçlükle seçilebiliyordu. Çevresi karanlıktı, bulunduğu küçük odanın eğik çatısından buranın bir tavan arası olduğunu çıkarabiliyordu. Bir duvarda dev çarklar ağır ağır hareket ediyor, her saniyeyi gürültüyle duyuruyorlardı. Bir köşede güçlükle seçebildiği hafif aydınlıktan oranın alt kata inen bir merdiven olduğu kanısına vardı. Bu ortamı tanıyordu nasılsa, bir kaç ipucu hızla zihninde bir araya geldi. Hogsmeade'in meydanındaki küçük saat kulesinin içinde, tavan arasındaki saat odasındaydı.
"Siktir..." Kendine sinirle küfretti dişlerinin arasından ve başını tekrar eğerek gücünü toparlamaya çalıştı. Daha da uzaklaşabilmeyi umuyordu ama bu halde gidebildiği en uzak nokta buydu. Ahşap zemin dışarıdaki bahar yağmuru ardından yasladığı alnını ısıtıyorduysa bile tenini öylesine soğuk hissediyordu ki bir buz parçasının içinde olduğuna kendini kolaylıkla ikna edebilirdi. Diğerlerinin sesini duyabiliyordu ancak o kadar büyük bir karmaşa içindeydi ki her şey, anlayabilmesine imkan yoktu. Aslında böylesi daha iyiydi, böylece asıl amacına ulaşabilirdi; gidebildiği en uzak yerde, saklanabildiği kadar iyi saklanmak. Gözlerini yumdu, annesinin yüzünü sabunladığı isyankar bir çocuk gibi neredeyse. Ama olduğu yerden hiçbir yere kımıldayamadı.
Sessizce kendisine küfür etti. Buraya kadar mı kaçabilecekti yani? Bilincinin kendisini terk ettiğini vücudunu yalayan bir rüzgar gibi hissedebiliyordu, ama aynı zamanda canı o kadar yanıyordu ki her hareketi yeni bir kıvılcımla zihnini dalgalandırıyor, tekrar gözlerini açıyordu. Tekrar denedi, yine başaramadı. Büyücüler için adım atmak kadar doğal ve kolay olan bu küçücük yetenek bile bir ızdırap haline gelmiş, nefes nefese bırakmıştı kızı. Eh, adım atabildiğini de söyleyen yoktu zaten şu an. Başka bir çaresi kalmadığına karar verdi yeni küfürler fısıldayarak. Burada saklanmak zorundaysa, öyle olsundu, öyle yapacaktı. Gücünün son damlasına kadar yapması gerekeni yapacaktı.
Kendini yeniden yükseltmeye çalıştı dirseği üzerinde. Vücudunun neredeyse yarısı kırık ve bozuk olduğundan mı, yoksa yağmurla ıslanmış ve çamura bulanmış olduğundan mı bilinmez, yere zamkla yapışmış kadar ağır hissediyordu kendini. Belki ikisi birden, hatta daha bile fazla nedeni vardı. Gözlerini yeniden araladığında göz bandının düşmüş olduğunu fark etti görüşündeki kızıllıktan. Net değildi hiçbir şey, ancak görüşünü kaybettiği gözü diğerinin işine de burnunu sokuyor, çevrede olmayan kızıl tonlar katıyordu görüşüne. Derin bir nefes aldı ve kendini çekerek hareket etmeye çalıştı. Liflerini kopardığı bir bacağı ve omzunu parçaladığı asa kullanan kolu ile beraber bunu yapmak son derece zordu. Zedeli kaslarını bir et çuvalıymış gibi yerde sürüklendiği her an daha da acı vericiydi. Dişlerini sıkıp direndi buna, en azından çarkların altındaki ahşap merdivenin gölgesine sığınana kadar. Sürünerek kendini oraya kadar hareket ettirmek saklanmasına yetmek zorundaydı çünkü daha fazla yapabileceği bir şey yoktu. Zeminin onu içine çektiğini, karanlık ve soğuğun hızla etrafını sararak onu bağrına bastığını hissedebiliyordu. Alnını soğuk taş duvara dayayarak küçülebilecek kıvrıldığında kendini kaybetmeden önce gözlerini kapatmaya bile zamanı olmamıştı. Çarkların altında, gözleri açık ve dudakları aralanmış bir halde yatarken halen yaralarından ve dudaklarının arasından sızan kan olmasa burada uzun zamandır ölü olduğuna kolaylıkla inanılabilirdi.